İzmir’de sıradan bir park.
Banklarda oturan insanlar, oynayan çocuklar, dolaşan aileler… Derken sosyal medyaya düşen bir video, sıradan bir günün aslında ne kadar büyük bir çürümenin sahnesi olduğunu ortaya koydu.
14-15 yaşlarında üç genç.
Bir erkek, kucağında bir kız; yanındaki başka bir kızla öpüşüyor.
Yanlış okumadınız.
Henüz çocuk yaşta, toplumun gözünün içine baka baka, utanmadan, sıkılmadan…
Ve bu rezalet, birileri tarafından kaydedilip sosyal medyada servis ediliyor.
Özgürlük mü, sefalet mi?
Bize yıllardır dayatılan bir söylem var: “Gençlerin özgürlüğüne karışmayın, bırakın ne istiyorlarsa yapsınlar.”
Evet, özgürlük elbette değerlidir. Ama özgürlüğün adı altında hayasızlık, teşhircilik ve çocuk yaşta pornografiye varan davranışlar sergileniyorsa, orada özgürlük yoktur; sefalet vardır, çürüme vardır, değerlerin yıkımı vardır.
Toplumun ortasında, çocuk yaşta gençler bu haldeyse, bunun sorumlusu sadece onlar değildir. Bu, hepimizin yüzüne vurulmuş tokattır.
Aileler gözlerini kapatıyor
Birçoğu “bizim çocuğumuz yapmaz” diyerek kendini kandırıyor.
Oysa çocuklarını gece gündüz sosyal medyanın çarpık dünyasına teslim eden, eline telefon verip sorumluluktan kaçan aileler, bu çöküşün en büyük ortaklarıdır. Çocuğun nereye gittiğini, kimlerle vakit geçirdiğini, hangi görüntülere maruz kaldığını bilmeyen anne-babalar, evlatlarının parkta sergilediği bu rezaletin en az onlar kadar suçlusudur.
Eğitim sistemi nereye bakıyor?
Okullar sadece sınav odaklı eğitimle çocuk yetiştirmeye çalışıyor. Karakter eğitimi, değerler, toplumsal sorumluluk yok denecek kadar zayıf. Öğrenciler, ahlaki kimliğini okulda değil; TikTok videolarında, Instagram reels’lerinde öğreniyor.
Hal böyle olunca, “iyi vatandaş” değil; “takipçi avcısı, beğeni bağımlısı” nesiller yetişiyor.
Sosyal medyanın kanser hücresi etkisi
Bugün sosyal medya, gençlerin hayatında bir kanser hücresi gibi yayılıyor. Bir kere bulaştı mı, hızla tüm hayatı zehirliyor.
Normalde mahrem olması gereken davranışlar, kamera karşısında yapılacak şovlara dönüşüyor. “Ne kadar aykırıysan, o kadar çok izlenirsin” anlayışı, gençleri teşhirci, ahlaksız ve sorumsuz bireylere dönüştürüyor.
O parkta yaşanan, işte bu kanserin en somut sonucudur.
Peki toplum nerede?
O videoyu çeken kişi, neden duruma müdahale etmek yerine “iyi malzeme çıktı” deyip sosyal medyaya servis etti?
Çünkü toplum artık tepki vermiyor. Yanlışın ortasında sessiz kalmayı tercih ediyor.
Bugün bir parkta üç genç edepsizlik yaparken, etraftakiler sadece telefonuna bakıyor; kimse “yapmayın” demiyor.
Toplumun suskunluğu, gençliğin pervasızlığını büyütüyor.
Son söz
O parkta kayda alınan görüntü, sadece üç gencin rezaleti değildir.
O görüntü, ailelerin ihmalkârlığının, eğitimin eksikliğinin, sosyal medyanın yozlaştırıcılığının, toplumun sessizliğinin bir aynasıdır.
Kendi evladımızı, kendi geleceğimizi kaybediyoruz.
Bugün “gençtir yapar” diye geçiştirilen bu davranışlar, yarın sokaklarda normalleşmiş bir yaşam biçimi olarak karşımıza çıkacak. O gün geldiğinde elimizde ne edep kalacak, ne aile, ne de ahlak…
Ve şunu açıkça söylemek gerekiyor:
Bir milletin asıl çöküşü, ekonomide ya da siyasette değil; ahlakta başlar. Eğer gençliğin ruhunu kaybedersek, hiçbir şey bizi ayakta tutamaz.
Artık birilerinin haykırması gerekiyor:
Parklar rezaletin değil, edebin mekânı olmalı!
Gençlik çürümesin, millet yok olmasın!
-Şeyda GÖKTEN


























